TEMİZ TEKNOLOJİLERE YÖNELİM
Sanayi devriminden bu yana fosil kaynaklı yakıtların aşırı kullanımı sonucunda oluşan sera gazlarının atmosferdeki yoğunluğu iklimi değiştirecek boyuta ulaştığı ve eğer önlem alınmazsa dünyanın geri dönülemez şekilde felakete uğrayacağı artık bilimsel olarak kanıtlanmış bir gerçektir. Sera gazları oluşumunun bir numaralı nedeni enerji üretimidir. Milyonlarca yıl toprağın derinliklerinde organik materyallerin basınç ve ısı altında oluşturduğu petrol, doğalgaz, kömür vb fosil yakıtların sadece 200 yıl gibi kısa bir zaman diliminde önemli bir kısmının enerji üretiminde kullanılması sonucu bugün atmosferimiz olması gerekenden yani 1800’li yıllardan en az 1 C daha sıcak durumda. Eğer atmosferimiz toplamda 1.5 C ısınacak olursa etkilerini ciddi olarak uzun yıllar hissedeceğiz ancak 2 C ısınırsa iklim hiç görülmemiş bir biçimde değişecek, hatta dünyayı üzerinde yaşanması imkansız hale getirecektir.
Bilim insanlarının uyarıları sonucunda 1997 yılında Birleşmiş Milletler nezdinde iklim değişikliğiyle mücadelede ileriye dönük temel bir adım atılarak Kyoto protokolü imzalandı. Bu anlaşmanın devamı niteliğinde 2015’te Paris İklim Anlaşması imzalandı. Türkiye 2021 yılı Kasım ayında bu anlaşmanın tarafı oldu. Bu anlaşmalarla endüstrileşmiş ülkeler iklim değişikliğini önlemek adına sera gazı azaltım taahütünde bulunarak gelişmekte olan ülkelere temiz teknolojilere geçişlerini hızlandırmak için çeşitli finansal destekler sağlamayı kabul ettiler. Her ne kadar Birleşmiş Milletler nezdinde yapılan bu anlaşmalar ve her yıl düzenlenen uluslararası iklim değişikliği konferansları (COP) 1.5 C sınırını aşmamak için tek başına yeterli olmasa da uluslararası ortaya konan bu kararlılık zaman içinde kirli fosil teknolojilerinden temiz teknolojilere dönüşümünün önünü açmıştır.
AB Paris anlaşmasından doğan emisyon azaltım yükümlülüklerini nasıl gerçekleştireceğiyle ilgili yol haritasını 2019 yılında “green deal” ya da “yeşil mutabakat” ile belirledi. 2021 yılında ise “fit for 55” yani 2030 yılına gelindiğinde sera gazı emisyonlarını 1990 yılına göre %55 azaltacağı taahhütünde bulundu. 2023 yılının başlarında 2035 yılında içten yanmalı motorlu araçların satışını yasaklama kararı aldı. Türkiye’de bu süreçte boş durmadı. Paris anlaşmasına taraf olur olmaz katıldığı COP26 toplantısında 2040 yılında Türkiye’de içten yanmalı motorlu araçların yasaklanmasıyla ilgili diğer 90 ülkeyle birlikte taahhütte bulundu. Kendi yeşil mutabakatını 2021 yılında deklere etti. Ardı ardına elektrikli araç şarj altyapısının yaygınlaştırılması için mevzuatları politikaları yürürlüğe koydu. Teşvikler verdi. TOGG 2023 yılında teslim edilmek üzere 20.000 araç siparişi aldı. Dolayısıyla son bir iki senedir baş döndürücü bir hızla e-mobiliteye geçiş yönünde sağlam adımlar attı.
Birçok ülke enerji üretiminde yenilenebilir enerji teknolojilerinin geliştirilmesi ve yenilenebilir enerji kullanımı için yasal düzenlemeler oluşturup teşvikler getirdi, uzun vadeli hedefler belirledi. Bu sayede özel sektör Ar-Ge çalışmalarını hızlandırıp temiz teknolojiler üretebildi. Örneğin güneş enerjisi konusunda Almanya 2009 yılında güneşten üretilen elektrik için 20 yıl boyunca 40 eurocent/kWh’a kadar alım garantisi verdi. Bunun gibi uygulamalar sayesinde yenilenebilir enerji teknolojileri üretimleri hızla arttı. Üretim arttıkça fiyatları düştü. Fiyatlar düşünce teşvik rakamları da düştü. On sene kadar kısa bir süre içerisinde Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik, fosil, nükleer dahil diğer tüm enerji kaynaklarından üretilenden daha ucuz hale geldi.
Ucuz olmasına rağmen günümüzde yenilenebilir enerji için ciddi eleştiriler de yok değil. Şöyle ki yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik kesintili ve her istendiğinde emre amade değil. Yani istenildiği zaman elektrik üretemiyor, ancak güneş olduğunda veya rüzgar estiğinde elektrik üretebiliyor. Bu yüzden baz yük üretim santrali olamıyor ve her zaman yedekte fosil nükleer vb baz yük santrali bulundurma zorunluluğu var. Bunun tabi sonucu olarak kesintili olarak üretilen elektriğin depolanıp istenildiğinde kullanılmasının önünü açan enerji depolama sistemleri üzerinde yoğunlaşıldı. Elektrik üretiminin merkeziden her tüketim biriminin kendi elektriğini üretmesine doğru modeller oluşturuldu. Bu geçiş süreci de günümüzde bir hayli hızlı işliyor.
ENERJİ DEPOLAMA VE AKÜLER
Enerji depolama sistemlerinin kuşkusuz en önemli bileşeni batarya grupları. Akü teknolojilerinin gelişimi son yıllarda baş döndürücü boyutlara ulaştı. Örneğin 2010 yılında kWh başına 1.000 USD olan maliyet 2023 yılına geldiğimizde 100 USD düşmüş durumda ve bu fiyatın daha da düşmesi bekleniyor. Fiyatların düşümüyle paralel olarak, akü boyutları da yıllar ilerledikçe hızla küçülüyor ve içerisinde depoladığı enerji miktarı (enerji yoğunluğu) artıyor.
ELEKTRO MOBİLİTE
Ulaşımın enerji kaynaklı emisyonlardaki oranı %23 gibi oldukça yüksek bir rakam. Batarya teknolojilerinin bu hızlı gelişimi özellikle ulaşım sektörünü çok yakından ilgilendiriyor. Geçtiğimiz yıllarda aynı elektrik üretiminde olduğu gibi akü teknolojilerinin gelişimi ve maliyetlerinin düşmesiyle teknolojik bir devrim başladı; “Elektro mobiliteye” geçiş. Aslında Elektrikli araç üretimi 1850 li yıllara hatta içten yanmalı araç üretiminden önceye dayanıyor. Ancak o zaman için ucuz ve kullanışlı olan dizel ya da benzinli araçlar, Elektrikli araçların önünü 150 yıla yakın kapattı.
Elektrikli araç sayısı 2013 yılında 400.000 iken 2022 yılı sonunda bu sayı 11 milyonu geçti. 2030 yılında ise EVI (içlerinde ABD, Çin, Hindistan, Almanya vb ülkelerin bulunduğu oluşum) elektrikli araç insiyatifi ülkelerinin EV30@30 kampanyası ile bu sayının 230 milyona ulaşması bekleniyor. Dolayısıyla 2030 yılına gelindiğinde dünyada satılacak her 100 araçtan en az 30’u elektrikli olacak. 2022 yılı sonu itibariyle bu oran %13 olarak gerçekleşti. Belki de 2030 yılından çok daha önce bu hedefe varılacak.
Elektro mobilite denilince akla sadece elektrikli otomobiller gelmemeli; Elektrikle hareketlilik sağlayan kara, deniz ve hava taşıtlarının tümünü elektro mobilite kavramı altında topluyoruz. Elektrikli trenlerden drone’lara, güneş yelkenli teknelere kadar tüm elektrikle çalışan taşıtlar yeni bir ulaşım devriminin önünü açmış durumdalar.
TÜRKİYE İÇİN E-MOBILITEYE GEÇİŞ, RİSK GRUBUNDA OLAN BİR HASTANIN SİGARAYI BIRAKMASI KADAR ACİL ve HAYATİ BİR KONUDUR.
Dünya nüfusu giderek kentlerde yaşamaya eğilimli. 2015 yılında dünya nüfusunun %54’ü şehirlerde yaşıyorken, Birleşmiş Milletlerin çalışmasına göre 2050 yılında dünya nüfusunun %68’i kentlerde yaşayacak. Büyük şehirlerde yaşamak beraberinde birçok sorunu da beraberinde getiriyor. Örneğin Türkiye büyük şehirlerinin en büyük sorunu yıllardır yapılan birçok ankete göre açık ara ulaşım. Ulaşım dediğimizde ise aklımıza trafik sıkışıklığı, park yeri azlığı, egzost dumanı kaynaklı hava kirliliği gelmekte. Avrupa Çevre Ajansı EEA tarafından yayınlan 2022 hava kalitesi raporuna göre trafik kaynaklı gaz konsantrasyonu yoğunluğunda Avrupa’nın en kirli 15 şehrinden 5 ‘i Türkiye’de yer alıyor. Türk şehirlerinin hava kirliliğindeki bu kötü pozisyonu içten yanmalı araçlarını çıkardığı egzost kaynaklı. Türkiye için e-mobiliteye geçiş, risk grubunda olan bir hastanın sigarayı bırakması kadar acil ve hayati bir konudur.
SONUÇ
Günümüzde e-mobiliteyi sadece otomotiv endüstrisinin yeni gelişen bir alanı olarak görmek yeterli değil. E-mobilite, yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik ve enerji depolama sistemleri vb sürdürülebilir teknolojiler ki bunların ticari kullanımına kısaca yeşil ekonomi diyebiliriz, kirli fosil yakıt ekonomisinden çıkışın büyük adımlarıdır. Ayrıca bu kavramlar artık birbiri içine geçmiş durumdalar; örneğin yenilenebilir enerji ya da enerji depolama olmaksizin e-mobilite tek başına bir anlam ifade etmez. Elektrikli Araçların şarj olduğu elektriğin hangi kaynaktan üretildiği son derece önemlidir. E-mobilite ucuz ya da çok kullanışlı olduğu için yaygınlaşmamakta, iklim değişikliğine çözüm olabilecek sera gazı salımını azaltabilmek için birçok ülke tarafından teşvik edildiği için yaygınlaşmaktadır. Yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrik gibi ilk başlarda teşviğe gereksinim duysa da e-mobilite teknolojik ilerlemelerle kısa süre içerisinde en ekonomik ve kullanışlı mobilite seçeneği haline gelecektir.
Haluk Sayar
Revize, Nisan 2023
İstanbul Kasım 2019